HELEN KELLER

By | 6 Ocak 2019

27 Haziran 1880’de doğan Helen Keller, henüz on dokuz aylıkken geçirdiği birkaç gün süren yüksek ateşli bir has­talık sonucunda görme, işitme ve konuşma kabiliyetini yi­tirdi. Bu felaket onun dış dünyayla olan bağlantısını ko­parıp attı. Sanki karanlık odada tek başına hapsolmuş gi­biydi.

Küçük Helen için çok zor günler başlamıştı. Yaşadığı acı öylesine derindi ki ruhsal dünyası tamamen altüst ol­muştu. Konuşmaya çalışıyor, ancak sadece birtakım hırıl­tılar çıkarabiliyordu.

Küçük Helen, beş yaşından sonra kendisinin başkala­rından farklı olduğunu anlamaya başladı. Düşünebildiği, hissedebildiği halde görememek, duyamamak ve konuşamamak onu çileden çıkarıyor, kendisine dayanılmaz acılar veriyordu. Sık sık öfke nöbetleri geçiriyor, eline ge­çirdiği eşyaları sağa sola fırlatıyor, tabakları kırıp dökü­yor ve yanında bulunanlara saldırıyordu.

Kendisini muayene eden doktorlar küçük Helen’in akli dengesini yitirdiğini; ömür boyu bir akıl hastanesinde kalmasının gerekli olduğunu belirttiler. Helen’in anne ve babası kızlarının akıl hastası olduğuna inanmadılar ve onu hastaneye göndermediler.

Helen yedi yaşına geldiğinde ailesi küçük kıza öğ­retmenlik yapması için genç bir bayan eğitmen tuttu.

Eğitmenin adı Anne Sullivan idi. Anne Sullivan küçük yaşta anne ve babasını kaybetmiş, sonrasında da kimse­sizler yurdunda büyümüştü. Beş yaşında görme kabiliye­tini büyük oranda yitirdiyse de geçirdiği iki ameliyat son­rasında bir kitabı okuyabilecek kadar görebiliyordu.

Anne Sullivan ilk olarak Helen’le nasıl iletişim kura­bileceği sorusuna cevap aradı. Bunun için ona parmaklar­la yazmayı öğretti. Yanında Helen için bir oyuncak getir­mişti. Bu hediye oyuncağı işaret etmek için oyuncak an­lamına gelen “doll” sözcüğünü Helen’in avucuna par­maklarıyla yazdı. Küçük kız öğretmeninin parmaklarını avuçlarının içinde hissedebiliyor, parmaklarıyla yazdıkla­rını tekrar edebiliyordu. Elbette yazdıklarının ne anlama geldiğini henüz anlayabilecek durumda değildi.

Bir gün Helen elini musluktan akan suyun altına tut­muş suyla oynuyordu. Tam o sırada öğretmeni diğer eline “su” sözcüğünün harflerini yazdı. Helen bir elinde hisset­tiği suyla diğer elinde hissettiği parmakların yazdığı “su” sözcüğünü ilişkilendirebilmişti. O andan itibaren olağanüs­tü bir gelişme yaşandı. Nihayet küçük kızın içine hapsedil­diği karanlık odanın kapısı aralanmış, içeriye ışık sızmıştı. Öğretmeninden, eline geçirdiği her şeyi kendisine hecele­mesini istiyordu. Sözcükleri ve yazımlarını büyük bir hız ve hevesle öğreniyordu.

1888’de Körler Enstitüsü’ne başvuran Helen Keller 1890’da konuşmayı öğrendi. Daha sonra 1894 yılında New York’taki körler okuluna gitti. Bu koleje başladığın­da Almanca ve Latince biliyordu. Sonrasında Fransızca ve Rusça öğrendi. Kâğıt oyunlarını başarıyla oynayabilen Helen, artık spor yapabiliyor, ata binebiliyordu.

Helen Keller sonraki yıllarda pedagoji eğitimi aldı ve 24 yaşında başarıyla üniversiteden mezun oldu. O, üni­versiteden mezun ilk sağır ve kör kişiydi.

Hayata tutunuşunun muhteşem hikâyesini ve bu uğurda verdiği mücadeleyi “Her Şey Su ile Başladı” isimli kitabında anlattı.

Helen Keller görme ve işitme kabiliyetinin eksikliğini diğer duyularını geliştirerek gidermeye çalıştı. Algıları öyle güçlüydü ki karşısındaki insanın kişiliğini dahi tartabilirdi. Kendisine geceyle gündüzü nasıl ayırt edebildi­ğini sorduklarında şöyle cevap vermişti: “Gündüz hava ve kokular daha hafiftir.”

Bir cevap yazın